Translate

30 Eylül 2015 Çarşamba

Türkiye Cumhuriyeti Yalanları -1: Atatürk solcu ve devrimci midir?

 Son dönemlerde, halk arasında çeşitli ayrılıklara düşen fikirler, düşünceler ve inançlar, bazı yeni hareketlere yol açtı. Günümüzde, bunlardan birisi de, Atatürk'e devrimci denmesidir. Atatürk'e devrimci demek bir hakarettir. Bu yazımda, Mustafa Kamâl'in devrimci olup olmadığını terminolojiyle açıklayacağım.

 Önce "devrim" kelimesinin köküne bir bakalım. "Devrim", "devirmek" kelimesinden türeyen bir kelimedir. Yani manası, "yıkmak-kaldırmak-devirmek"dir.

 Devrim, sosyalizmin temelini oluşturur ve sol bir terimdir. Devrim sosyalizmi, sosyalizm de komünizmi oluşturur. Bu yazıda sosyalizm ve komünizme değinmeyeceğim, o yüzden devam edelim.

 Devrimlerin normal süreci olan "hazırlık - sihalı mücadele - yeni rejimin inşası" üçlemesinden Atatürk'ün reformlarında çok bahsedemiyoruz. Teker teker inceleyecek olursak:

Hazırlık:

 Her devrim önce "aydın" kesim tarafından dvrim düşüncesinin tohumunu atmasıyla ortaya çıkar. Ancak Atatürk devriminin hazırlık dönemi Fransız İhtilali'nin hemen ardından ortaya çıkan ulusçuluk şiddetli etkilerde bulunduğu dönemdi. O dönemki bir Türk aydınının Milli Atatürk Devrimi'nin düşünsel hazırlık kesimini hazırlaması mümkün değildi; çünkü bizzat devlete zarar verecekti. "Türklerin bağımsızlığını kazanıp Osmanlı'dan kopması" söz konusu olamazdı, nitekim Osmalı Devleti'nin düşüncesi her ne olursa olsun aslında asli unsurdu. Zira Atatürk Mondros ateşkes antlaşması ardından Osmanlı nazırına gönderdiği telgrafla Mondros'un tehlikelerine dikkat çekmiş, ulusçu akımların Osmanlı'ya vereceği zararı vurgulamıştır. Toplam fayda devrim öncesinde "devrimin" tohumlarını atmaktan türeyemezdi.

 Zira Atatürk'ün politik davranarak kurtuluş savaşı esnasında "saltanatı kurtarmak" söyleminde bulunduğu da gerçektir. Kendisi de nutukta "O dönem milli birliğin bozulmaması için öyle söylemem gerekti" demektedir. O halde "hazırlık" safhasını tamamen unutmalıyız.

Silahlı Mücadele 

 Atatürk devrimi'nin silahlı mücadele safhası da normal devrimlere uymaz. Halk ayaklanmaları ile karakterize edilen ayaklanmalarda halk devlet ile karşı karşıya gelir. Ancak Atatürk devletle karşı karşıya gelmenin yanısıra bir de yedi cihan düşman vardı. Bu yönüyle de Atatürk, diğer devrimlerden ayrılır.

Yeni rejimin inşası 

 İşte diğer marksist devrimlere belki de en çok benzeyen safha budur.

 Harf reformu da, şapka reformu da, köy enstitülerinin kurulması da. Yani köy enstitülerini de halkın ayaklanıp kurmasını, şapka yeniliğini de halkın ayaklanıp yapmasını bekleyemeyiz. Devrim gerçekleştikten sonra eski rejimi ve o rejimin mantalitesine ait ne varsa temizlemek gerekir.

 Bu iş en başta anayasayı (doğal olarak devletin şekliyle beraber) değiştirmektir. Bütün inkılaplar yeni anayasa getirir. Anayasayla beraber alt yasalar, ceza yasaları, yönetmelikler... elbette tamamen değişecektir. Harf kanunu da bunun uzantısıdır.

Atatürk devrimci midir? 

 Kelime anlamı olarak tabii ki değildir. Atatürk için inkılapçı, ya da reformist demek daha doğru olur. Şayet maceracı Che Guevara'a ihtilalci ve devrimci diyebiliriz. Fakat Mustafa Kamâl için bunu demek doğru olmaz. Yıllarca, Mustafa Kamâl'in düşünce sistemini devrimci diyerek tanıtıp, halktan soğuttular... Fakat terminolojiyi doğru kullanmak gerekir.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Yalnız-lık

Her insan yalnızdır. İnsanlar ne yazık ki, yalnız olmadıklarını, etrafında ne çok insan bulunduğunu ve ne kadar geniş bir çevreye sahip olduklarını bazen alenen, bazense çaktırmadan duyurarak ispatlama çabasına girerler. Oysa yalnızlık, etrafındaki insanların sayısıyla ölçülebilecek bir şey değildir, aklının ve vicdanın uyuştuğu insan sayısıyla ilgilidir. Fakat hayatında akıl ve vicdan olarak uyuştuğu insanların bulunması bile yalnızlığı engelleyemez. Kendini görmek istemediğin yerlerde görüyorsun. Başka insanlarla istemedeğin sebeplerden ötürü berabersin. Zira ateş düştüğü yeri yakar, ve o ateş tek bir yere düşmüştür: Sana.

9 Kasım 2014 Pazar

2040'tan Mektup

Adım Mehmet Kuzulsay, 60 yaşındayım, iki çocuğum var. Beni de annem ve teyzelerim "Çok kızların canını yakacak bu, çoook." diye severdi ama sonra aşık olmadığı ve sadece "İyi" olarak gördüğü biriyle evlenen, araba taksidine giren, fatura ve prim ödeyen, aşağı yukarı on senelik emeklilik hayatında rahat edebilmek için hayatı boyunca çalışan, yediği azarları sineye çeken, gazetelerin en çok spor sayfasını okuyan ama başka bir konu hakkında oturup iki satır yazı okumayan, kulaktan dolma bilgilerle fikir sahibi olan ve o fikirleri körü körüne savunan ortalama bir dalyarağa dönüştüm. Neyse, dün eski fotoğraflara bakarım diye babamdan kalan antika sandığı karıştırıyordum. Çocukken çizdiğim resimleri, biriktirdiğim gazoz kapaklarını, plastikten yapılma ufak yeşil askerlerimi buldum içinde. Sandığı daha da kurcaladım, dibinden eski gazeteler çıktı, tarihi şu an sizin yaşadığınız yıllara aitti. Oturdum, tek tek gazetelerinizi okudum. Hani kurbağanın suyunu yavaş yavaş kaynatırsan suyun ısındığını fark edemeden geberir gider ya, biz de yavaş yavaş ve zaman içinde kelimelerin anlamlarını değiştirdiklerini fark edememişiz. Sizin gazetelerinizi okuyunca fark ettim bunu. Sonra bu mektubu yazmaya karar verdim, mektubu bir şişeye sokup denize fırlattım, belki bir mucize gerçekleşir de sizin elinize geçer diye.

Oğlum iki yıldır iş arıyor. Başvurduğu her işte, ondan öyle bir şey isteniyor ki, sırf onu bulamadığı için iki yıldır reddediliyor. İstedikleri o şeyin, söyledikleri şey olmadığını biliyorum, ama eskiden buna ne denildiğini hatırlamıyorum. Başvurduğu her işte kendisine zengin veya sözü geçen bir tanıdığının olup olmadığı soruluyor, o da kimsenin ismini veremiyor. İşte bunun adına "referans" deniyor. Biz eskiden ne diyorduk bu kelimeye?

Yan apartmanımızda bir hatun oturuyor. Her cumartesi akşamı bir başka lüks arabayla eve bırakılır, kendisini eve bırakan herifi muhakkak yukarı davet eder. Internet'teki arkadaşlık sitesinde arkadaşız onunla, bin küsür arkadaşı var. Her gün muhakkak yeni fotoğraflarını sergiler o sitede, o siteyi her açtığımda bu hatunun bacak ve göt sahibi olduğunu gösterme çabasındaki fotoğraflarını görürüm. Arkadaşları ona "sosyal" diyor.

Bugünlerde bir futbolcu, ezeli rakibi olan takıma daha fazla para için transfer olabilir. Bir siyasetçi bugüne kadar savunduğu fikirlerin 180 derece tersini savunan bir başka partiye geçebilir. Bir gazeteci, bir anda bugüne kadar yazdıklarının tam tersini anlatmaya başlayabilir. İşte biz bunların hepsine "profesyonellik" diyoruz.

Vatan toprağını ve devlet şirketlerini ucuza satan, takım elbiseli teröristlerle gizli anlaşmalar yapan liderlerimiz var. Bunun adına "uluslararası ilişkiler" veya "diplomasi" diyoruz. Takım elbise giyenler ise "terörist" olamazlar burada.

Geçen gün eski iş arkadaşım ailesiyle beraber bize misafirliğe geldi, sekiz yaşında bir çocukları vardı. Çocuk sürekli annesinin yanına gelip Gamestation denilen elektronik aletiyle oyun oynamak istediğini söylüyordu. Annesi ilk başta vermek istemedi, bu aralar çok oynuyormuş ve bu onun için zararlıymış. Çocuk aleti alamayınca götüne köz basılmış at yavrusu gibi tepinmeye başladı evin içinde. Bizim çekmeceleri açıp içindekileri boşalttı, hanımın makyaj malzemeleriyle yerleri boyadı, bağıra bağıra ağladı. Annesi onun için "hiperaktif" diyor.

İki aylık bir kurstan sertifika alıp "uzman" olan insanların yazdığı kitaplar yok satıyor burada. Bu insanların bazılarına "yaşam koçu", bazılarına "astrolog", bazılarına "ünlü metafizikçi" diyoruz.

Elinde sikindirik Ufo fotoğraflarıyla dolaşan bir adam var mesela, ona da "ufolog" diyoruz. Böyle ünvan sahibi olunca daha ciddi bir etiketi oluyor.

Burada televizyona birtakım adamlar çıkıyor sık sık, bu adamlara bilir kişi gözüyle bakıyoruz toplum olarak. Onları bilir kişi yapan tek vasıfları ise o televizyona çıkabilecek referansa sahip olmaları. Referans dedim ama, o kelimeyi kullanırken başka bir şey kastediyorum aslında, dedim ya hatırlayamıyorum amına koyim. Neyse işte bu referans sahibi dallamalar bazen insanlara kötüyü iyi, iyiyi de kötü diye yedirmeye çalışıyorlar. Yaptıkları konuşma için ise haberin alt başlığında "ezber bozan" yazıyor. Ezber bozan, yani aç ağzını aç kamyon geliyor.

"Paylaşım" artık bir internet sayfasına fotoğraf veya komik video yüklemenin adı oldu.

Hayatında oturup iki kelime laf konuşmadığın insan için "arkadaşım" diyebiliyorsun artık.

Yapmadığımız şeyleri yapmışız gibi gösteren, "modernlik" ayağına bizi bir arada tutan değerleri terk etmemizi öğütleyen insanlara "aydın" diyoruz.

"Din" dedin mi şöyle bir süre konuşmadan duruyoruz. Hani pek samimi olmadığın bir insanla konuşurken bazen ağzından ağır bir küfür kaçar, sen utanırsın, karşındaki sana "Densiz herif, bu laf söylenir mi şimdi?" dercesine bakar, bir beş saniye boyunca şokla karışık sessizlik anı olur ya, işte "din" denilince de öyle bir hava esiyor burada. "Biraz zaman geçsin de, konuşmaya devam ederiz" diye düşünüp susuyoruz.

"Ümük" diye bir şey vardır hani, bu ümük bir tek sıkmaya yarar, ne olduğunu bilmezsin. İşte "faşizm" de ümük gibi bir şey oldu, bu faşizm bir tek kahrolmaya yarıyor ve kimse bunun ne bok olduğunu bilmiyor. Sadece kötü bir şey olduğunu biliyoruz.

Bizim artık birbirimizi değil, sadece kendimizi düşünmemiz gerekiyor, zira modern dünya bunu gerektiriyor. Duygusallık yapıp başkalarını seven salaklara da "vatansever" veya "milliyetçi" diyoruz. Bu kelimelerin iyi anlamlara geldiği zamanları az çok hatırlıyorum, ama artık bunlar da kahrolması gereken şeyler kategorisinde bizim için.

İnsan, kelimeler olmadan düşünemez. Bir insanın düşüncelerini değiştirmek için doğrudan düşüncelerini değiştirmeye çalışmazsın, zira buna karşı tepki koyar. Fizik yasalarına göre her etki, kendisine eşit kuvvette ve ters yönde bir tepki yaratır. Bu nedenle bir insanın düşüncelerini değiştirmek için, bildiği kelimelerin anlamlarını değiştirirsin. İşte buna tepki göstermezler, zira şekle tapan salak insan, görünüş aynı olduğu için değişikliği fark etmez. Fark etmeden bir zamanlar sevdiği şeylerden, artık nefret etmeye başlar. Bir zaman nefret ettiklerini, artık sevip bağrına basmaya başlar. O ise hâlâ sevip nefret ettiklerinin aynı olduğunu zanneder.

Adım Mehmet Kuzulsay, 60 yaşındayım. Modern, aydın, diplomatik, profesyonel denen insanların hastası, dindar veya vatansever denen insanların düşmanıyım.

Çok pişmanım.

Tyler Durden'la Bir Bardak Çay

"Sonsuza kadar yaşamak istiyorsanız, ilk adım olarak ölmek zorunda olduğunuzu unutmayın."

Bu benim için yakındır. İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir.

Hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınızda veya, sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak çok kolaydır. Uykusuzluk... Her şey çok uzaklardadır, her şey birbirinin kopyası. Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana. Bütün umutlarımı kaybettim artık özgürüm. Bu yüzden her akşam ölüyor ve her sabah yeniden doğuyorum. Bunun benim hayatım olduğunu biliyorum ve o an sona eriyor.

Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miyim? Uyanırsın ve hiçbir yerdesindir. Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur. Artık kendi cerahatli ve hastalıklı çürümemi kucaklıyorum. Kovulmak der Ares; herhangi birimizin başına gelebilecek en iyi şey olurdu. Böylece havanda su dövmekten kurtulur ve hayatlarımızla başka bir şey yapardık. Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim. Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın. Hepimiz aynı pürenin parçasıyız. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz. Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok. Tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz ve bundan nefret ediyoruz. Artık insanoğlu, kızların veya erkeklerin peşinden koşmayı bırakın, saçmalıklarla uğraşmayın. Acı, mutluluk, sevgi, aşk gibi kavramları fazla kafanıza takmayın artık.

Hayatımda en son neyin olmasını istiyorum biliyor musunuz? Beynime bir silah dayanıp duvarların beynimle boyanmasını.

Tanrı'nın senden hoşlanmadığı olasılığını düşünmelisin. O seni hiç istemedi, hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyor. Bu başına gelebilecek en kötü şey değil. Laneti ve affedilmeyi boşver. Biz Tanrı'nın istenmeyen çocuklarıyız.

Buna karşın ben Tanrı'ya inanırım fakat bunu düşünmek, varsaymak bir çok şeyi çözüyor.

Bu görüşlerim hepinize ters gelebilir, saçma da gelebilir, bu umrumda da değil. Bunları okuduktan sonra beni dışlayabilir, hatta nefret edebilirsiniz. Bu da umrumda değil. Ama lanet olası hayatlarınızdan kurtulun artık, çırpınmayı bırakın.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Türklerin Müslüman Oluşu:

Uzun zamandır bu konu hakkında yazı yazmayı düşünüyordum. Gerek vakit darlığı, gerek bazı sebeplerden uygun zaman bulamadım. Şimdi size, bazı kaynaklardan alıntılarla derlediğim bir yazı yazıyorum. Umarım kendi önyargılarınızı bir kenara bırakarak zaman ayırırsınız.

Bu konuda pek fazla bir şey bildiğimiz söylenemez. Çünkü Türklerin müslüman oluşuyla ilgili olarak ne okullarda, ne tarih kitaplarında ayrıntılı bilgi verilir. Verilen bilgilerden ise sanki İslam'ı duyan-dinleyen Türklerin akın akın müslüman oldukları ima edilir. Bu gerçek değildir. Gerçeğin bilinmesi istenmez.

Diyanet bu konuda ne diyor: "Türklerin İslâm dinine girmesi, Türk milletinin tarihinde bir dönüm noktası olmuş, müslümanlık için hayırlı sonuçlar doğurmuştur."Türkler, İslâm dinini hiç bir zorlama olmadan kendi istekleri ile kabul etmiştir. 


Bunun başlıca sebepleri şunlardır:

1) İslâm dini ve İslâm medeniyetinin üstünlüğü.
2) İslâma girmeden önce Türklerin eski dini inançlarının İslâm inancına yakın olması ve İslâmın getirdiği üstün prensiplerin Türk milletinin ruhuna ve manevi yapısına uygun düşmesi. 

"Hiç bir zorlama olmadan " ifadesi büyük bir yalandır. Bunu aşağıdaki dökümanı sabırla sonuna kadar okuyabildiğinizde göreceksiniz.Türkçü Turancı çizgide siyaset yapanların ise bu konuda gerçeği gizlemeleri çok ilginçtir. Hem Türkçü geçinip hem de Türklerin tarihinde uğradıkları en büyük vahşet ve katliamdan bahsetmemelerine anlam vermek mümkün değildir.Aşağıdaki bilgilerin tamamı İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan alınarak düzenlenmiştir.Türklerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.İslam''ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..

Arapların Türklere İlk Saldırıları: Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir. Bu zenginlik öteden beri talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu.

Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar..Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını yine Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı'nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır;"Bu harblerden birinde, et-Taberi''nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe''ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman''ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu.


Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.””Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..

717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719’da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz.

Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.

Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı'nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.

a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği: Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu''nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya''ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine''ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani''nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran''a değil, Türkistan''ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara''ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan''ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.


b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı: Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır..Nitekim, el-Mesudi''nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazur''nin Fütuhu'l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır.


Buhara'nın Talan Edilmesi: Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24.000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir. ( Bu sayı kimi tarihçilere göre 50 kimine göre de 80’ dir.) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü. Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri yeniden talan ederler. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.


Buhara'nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı: Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir. Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar.

Talkan Katliamı: Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır, bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.

Curcan Katliamı: Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..

Müslüman Araplar Türklere Neden Saldırmıştır: Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam''a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..

Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
1- 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan "Talkan Katliamında" 40.000 Türkün kesilerek
24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır. (Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde "Curcan Katliamı'nda" da esir alınan 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları
kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- "Teslim olursanız canınız bağışlanacak" sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş ,
"Şeriat söz tanımaz" denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-Bu tarihi gerçekler "islam etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, bahsedilmemektedir.