Translate

30 Haziran 2014 Pazartesi

H. C. Armstrong - Bozkurt

Uzun zaman oldu di mi lan, naber eheheh

Ara sıra böyle "Atatürk diktatördü" gibi sikimsonik tabirler duyarız hani, işte bunun aslında altında çok fazla anlam var. Şimdi ben bunları tarafsız bir dille yazıyorum, zira objektif bir yazıda taraf olmaz zaten. Bu Bozkurt kitabı, bana göre Atatürk hakkında biyografik dille yazılmış en iyi kitap, dediğim gibi iyi ya da kötü olması bizi ilgilendirmez. Buraya kadar okuyan kardeş, eğer Atatürk karşıtı olduğumu falan çıkardıysan siktir git eheheh.

Şimdi eğer bu kitabı okumadıysanız okuyun, spoiler falan içerebilir. Okumadıysanız alın okuyun. Kitap artık sansürlenmiş halde yayınlanıyor.

Önce bizimkiler napmış, ne incelemiş bi' bakalım eheheh


...........

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz

"Bu yazının ilk bölümü İngiltere’de ekim 1932’de Harold Courtenay Armstrong tarafından yayınlanan Grey Wolf, Mustafa Kemal an Intimate Study of a Dictator, adlı kitabın Türkiye’de muhtemelen yaratacağı etkiye bağlı olarak, Ankara’daki İngiliz Elçiliği ve İngiliz Dışişleri’nin kitabın Türk liderler üzerinde yarattığı veya yaratabileceği olumsuz etkinin azaltılması yolunda yaptıkları yazışmalar ve konu ile ilgili düşünceleri üzerine olacaktır. İkinci bölümde ise adı geçen kitaba ilişkin türk kamuoyunun görüşleri ve resmi çevrelerin konuya ilişkin tavırları verilmeye çalışılacaktır. Tutukluluğu sona eren armstrong, daha sonra ingiliz kuvvetlerine katılmış ve mütareke sonrasında (1920) ingiliz yüksek komiserliği’nde askeri ateşe yardımcısı görevini almıştır. İstanbul’dan 1923 yılında ayrılan armstrong 1927 yılı başlarında tekrar savaşın verdiği zararları tamir için kurulan uluslararası komisyonda delege olarak istanbul’a dönmüş ve 1927-1928 kışında istanbul’da bulunmuştur. Turkey and syria reborn da armstrong’un türkiye ile ilgili gözlemleri yer almaktadır. Armstrong’a göre yeni türk rejimi mussoli’nin italyası ile benzeşmekteydi ve mustafa kemal paşa dönemin diktatörleri içerisinde en keskin olanı idi.Mustafa kemal paşa’nın reformları gerçekleştirmede uyguladığı metodu da eleştiren armstrong, mustafa kemal paşa’yı mesajı olmayan bir peygambere benzetmiştir4. Mustafa kemal paşa’nın gerçekleştirdiği inkılâplarla, özellikle kılık kıyafet alanında yapılanlarla, avrupalılardan çok avrupalı bir tavır takınıldığını söylüyordu.Yönetim olarak türkiye’nin parlamentoya dayalı bir rejim olduğunu söyleyen armstrong bunun yalnız sözde kaldığını, gerçekte durumun farklı olduğunu, türkiye’de bir muhalif partinin olmadığını öte yandan türk milletinin asla kendi kendini yönetmediğini ve disiplinli bir millet olduğunu belirtirken diğer yandan gelecekten ümitli olduğunu ve yeni kuşağın gelecekte ödev ve sorumluluklarını bilecek bir şekilde eğitildiğine işaret etmiştir.Ekim 1932’de yayınlanan grey wolf, mustafa kemal an intimate study of a dictator da mustafa kemal paşa’nın biografisini ve dönemin iç siyasi olaylarını anlatmaya çalışmıştır. Armstrong bu kitabında türkiye ve türkler özellikle de mustafa kemal paşa’nın şahsı ve ülkeyi yönetim biçimi ile ilgili olarak gerçekleri yansıtmayan önyargılı ve saldırgan tavrını sürdürdüğünü görüyoruz.Kitabın yayınlanması mustafa kemal paşa’yı kızdırdığı gibi türk resmi çevrelerince de hoş karşılanmamıştı. Üstelik kitabın yayınlanmasının ingiliz dışişleri’nin organize ettiği resmi bir sunuş ile mustafa kemal paşa’ya official history of the dardanelles campaign adlı iki ciltlik özel bir setin sunulduğu zamana rastlaması bir terslikti. Bu sunuş ile ingiliz dışişleri türkiye cumhurbaşkanı’nın büyük bir general, yiğit bir düşman ve cömert bir arkadaş olduğunu vurguluyordu.İngiliz dışişleri ileride doğabilecek istenmeyen olaylara karşı şu noktalara dikkati çekiyordu: kitap muhtemelen türkleri ciddi olarak üzecektiözellikle kitabın belli sayfaları saldırgan, gerçekle ilgisi olmayan abartılı ve mümkün olmayacak şeyleri kapsıyordu. Aklı başında bir okuyucunun kitapta yazılanları doğru olarak kabul etmesi mümkün değildi. Kitap tek taraflı ve kaynağı belli olmayan bilgiler vermekteydi. Ama kitabın yazarının bir zamanlar istanbul’da ingiliz resmi görevlileri arasında bulunması yadsınamaz bir gerçekti. Yine mustafa kemal paşa’nın biografisini yazan ilk kişinin bir ingiliz olması ve bu eserde paşa’nın karalanması ve ona leke sürülmesi bir şansızlıktı.İngiliz dışişleri bakanlığı doğu işleri ile ilgili bölümden a.k. Helm, yüzbaşı armstrong’un muhtemelen adı geçen kitap basılmadan önce kendisinin bir daha asla türkiye’de savaş suçlusu olarak cezaevine konmayacağı konusunda ikna edilmiş olduğunu bildirerek, kitabın yaratacağı olumsuzluğa karşı yapacakları pek bir şey olmadığını söyleyerek ankara’ya ingiliz elçiliği’ne şu tavsiyelerde bulunuyordu: eğer türkler kitaptan etkilenerek tepki gösterirler ise onlara kitabın resmi çevrelerin oluruyla veya telkiniyle hiçbir ilgisinin olmadığı söylenebilir denilerek devamla, türkler ingilizlerin kendileri ile gerçek düşüncelerini öğrenmek isterlerse onlara gelibolu tarihi ile ilgili kitabın sunuşunun fotokopisinin hatırlatılması ve oraya referans verilmesi tavsiye ediliyordu.İngiliz dışişleri’nin bu görüşlerine karşılık ankara’dan ingiliz elçiliği 10 kasım 1932’de dışişleri’ne gönderdiği bir yazıda şimdilik konuya ilişkin yani kitabın türk liderleri ve resmi çevreler üzerinde yaptığı olumsuz etkiye ilişkin bir gelişmenin olmadığını bildiriyordu. Ankara’dan konsolos j. Morgan, helm’e, konuya ilişkin olarak gazi’nin bu konuda kesin bazı bilgilere sahip olduğunu sandığını ama gazi’nin yüksek sesle ankara’daki elçilerle 29 ekim akşamı yapılan yıllık akşam yemeğinde, yalnızca ingiliz ve sovyet elçilerine güvendiğini ve onları kendisinin gerçek arkadaşları olarak gördüğünü söylediğini not ediyordu.Raporda bildirildiğine göre konuya ilişkin olarak tek habere anadolu ajansı’nın bir telgrafında rastlanıyordu ve bu haber 25 ekim tarihli türk gazetelerinde yayınlanıyordu”. Anadolu ajansı, haber kaynağını campbell dixon’un, armstrong’un kitabının tanıtımını yaptığı 24 ekim tarihli the daily express olarak vermişti. Gerçekte ise dixon’un tanıtım yazısı the daily telegraph’ta “modern turkey’s dictator, astounding career of the ail-powerful mustapha kemal” başlığı ile yayınlanmıştı. Dixon yazısında armstrong’un kitabının şimdiye kadar yaşayan diktatörler için yazılan kitapların en keskini olduğunu belirterek, armstrong’un mustafa kemal paşa’ya bazı isnatlarda bulunduğunu ama bunun yanında onun başarılarını da övdüğünü ifade ediyordu. Yazısında dixon, modern türkiye’nin diktatörü mustafa kemal paşa’nın başarılarla dolu kariyerini; bir asker olarak, bir devlet adamı olarak ve bir reformcu olarak yerine getirdiğini yazmıştı.Kitap ile ilgili bir diğer tanıtım yazısının a.t. Wilson14, imzasıyla 4 kasım 1932 tarihli the spectator’da çıktığını görüyoruz15. Wilson, kitabı olağanüstü bulduğunu ve armstrong’un türkiye’yi ve türkleri çok iyi tanıdığını, onun olayları ve kişileri küçültme veya olduğundan başka gösterme gayretine girmediğini ve çoğu tarih profesörünün yaptığı gibi akıntıya kapılıp özür dilemek yerine, ölüm ve katletmelerin düşman elemanların elimine edilmesi şeklinde verilmesi yerine, olduğu gibi verildiğini ve sadece gerçeklerin yazıldığını söylüyor ve armstrong’un kitabını önyargısız, yargılamadan ve mahkum etmeden, sadece olayları kaydederek yazdığına inanıyordu. Kitabın söylenildiği gibi, mustafa kemal paşa’yı memnun etmeyeceği ve türkiye’de sıkıntı ve üzüntü yaratacağı yolundaki görüşlere katılmayarak, bu düşüncelerin tamamen aksinin olacağını tahmin ediyordu. Wilson yazısında ayrıca mustafa kemal paşa’nın, halifeliğin kaldırılması, alfabenin değiştirilmesi, medeni kanunun kabulü gibi değişiklikleri kendi isteği ile yaptığını söyleyerek, insanlık tarihinde bir kişinin bu kadar değişikliği yapmasına rastlamanın mümkün olmayacağını not ederek mustafa kemal paşa’nın başarılarının olağanüstü ve harika olduğunu yazmıştır.10 aralık 1932 tarihinde ankara’dan, ingiliz elçiliği’nden gizli kaydı ile james morgan imzasıyla, ingiliz dışişleri bakanlığı, doğu işleri şubesi’nden a.k. Helm’e gönderilen yazıda; morgan türk basınında şimdiye değin “grey wolf” (bozkurt), kitabına ilişkin bir yazı görülmemesine rağmen mustafa kemal paşa’nın bu konuda kızgın olduğunu ve söylentiye göre necmettin sadık’ın akşam gazetesinde kitap ile ilgili olarak yazı yazmasının istendiğinden bahsediyordu. Morgan ayrıca ingiliz gazetelerinin ve yazarlarının armstrong örneğinde olduğu gibi önemsiz şeyler üzerinde durarak, kendi kibirlerini ve kişisel kinlerini tatmin etmek uğruna ingiltere’ye ve ingilizlere zarar verdiklerini ve yabancı insanların kırılmasına neden olduklarını bildiriyordu. Morgan, ayrıca bu türden davranışların ingiltere’ye olan yabancı sempatisini azaltacağını not etmekteydi.Konu ile ilgili olarak ankara’dan james morgan imzasıyla 22 aralık 1932’de ingiliz dışişleri bakanı sir john simson’a yazılan yazıda kitabın, spectator’da konu ile ilgili yazısı çıkan wilson’un tahminleri aksine mustafa kemal paşa’yı büyük ölçüde gücendirdiği bildirilmekteydi. Gücenmenin kısmen kitabın yalan ve iftiradan oluşmasından, esas olarak da, bir ingiliz tarafından mahalli bir ingiliz’in görüşünü temsil eden bir kitap gibi ingilizce konuşan insanlara böyle bir kitabın sunulması ve gazi’nin gerçek kimliğini hayatını ve başarılarını gösteren bir çalışmanın yapılmamış olması gösteriliyordu. Raporda yine ileride değineceğimiz necmeddin sadık’ın 8-20 aralık tarihleri arasında akşam gazetesinde konuya ilişkin olarak çıkan yazılarının ingiltere’ye ve ingiliz çıkarlarına karşı resmi ve genel olarak türk tavrının değişmesine etki eder nitelikte olmadığı belirtiliyordu.Yine ankara’dan james morgan imzasıyla ingiliz dışişleri bakanlığı, doğu işleri şubesi’nden helm’e gönderdiği bir yazıda, türk dışişleri’nin ve resmi çevrelerin armstrong’un kitabının ingiliz görüşünü temsil eden bir kitap olduğuna inanmadıkları söylediklerini ama sıradan bir türk’ü kitabın üzmediğini söylemenin güçlüğüne değinerek konsolos morgan bu konunun tamiri için şunları öneriyordu: eğer mümkün olursa ingiltere’de ankara’nın kabaran hislerini yatıştırmak için bir şeylerin yapılmasını görmek istediğini, kitabın ankara’da hâlâ eleştirilen bir konu olduğunu belirtilerek, bu konuda kitabın yarattığı olumsuz havayı yumuşatmak için bir şeyler yapmanın türklerden çok ingilizlere düştüğüne işaret ederek; ileri gelen bir ingiliz’e mustafa kemal paşa ile görüşme yaptırarak paşa’nın yaptığı işlerin hakkıyla anlatılması ve takdir edilmesini veya tanınmış birisine bir makale veya mektup yazdırarak grey wolf’ta yazılanların doğru olmadığını ve mustafa kemal paşa’yı gerçekten tanıyan bir şahsın kendi deneyimlerinden hareketle gazi’nin bir asker ve lider olarak dehasını ortaya koyması neden olmasındı. Morgan, bütün bunların ankara’da olumlu etkiler yapabileceğine inanıyordu. Morgan, muhtemelen george young’un bu tür bir kitabı yazabileceğini ve bunun türklerin gururunu okşayacağını bildiriyordu.Bu bağlamda morgan, türkiye’de yaşanan belçika örneğini de veriyordu. Belçika’da the independence belge’nin türkler hakkında yazdığı kabul edilmeyen şeylerin, türklerin tepkilerine neden olduğunu ve hatta türklerin belçika kraliyet ailesini de işin içine katarak karşılık verdiklerini, ama belçika dışişleri bakanı’nın türkler hakkında olumlu şeyler söylemesi ile olayın kapandığını bildiriyor ve kendilerinin de benzer şeyleri yapmasına müsaade verilmesini istiyordu.Morgan’ın önerileri doğrultusunda bir hareketin altı ay sonra yerine getirildiğini görüyoruz. Gazeteci yazar ve yayıncı olan vernon bartlett’in ingiliz dışişleri ile teması sağlanarak, bartlett’in o günlerde bbc’de yayınlanan “strong men of europe” programına mustafa kemal paşa da dahil edilerek mustafa kemal paşa ve onun modern türkiyesi hakkında “strong men of europe viii. The ghazi” başlıklı bir yayın yapmıştır. Bartlett’in bu konuşması dışında, yine türkiye ile ilgili bir yayını daha olmuştur. Bu konuşmasının başlığı ise, “avrupa’nın hasta adamının iyileşmesi” idi. Bartlett, konuşmalarında; istanbul ve ankara’daki gözlemleri ile yeni türkiye cumhuriyeti’nin gerçekleştirdiği inkılâpları anlatmış ve mustafa kemal paşa’nın hayatından kesitler vererek onun dönemin devlet adamları içerisinde en önde gelen bir liderliğe sahip olduğu vurgulanmıştır. Türk halkının mustafa kemal paşa’yı cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllardaki gibi sevdiği ve onun halkın gözünde popüler bir lider olduğu belirtilerek, ismet paşa’nın da yardımları ile türkiye’nin güçlü bir ülke konumuna geldiğini ve avrupa’nın hasta adamının yakın doğuda, güçlü ve etkin bir yere ulaştığını söylemiştir.Armstrong’un kitabı dışında mustafa kemal paşa ile ilgili olarak, ingiliz dışişleri’ni rahatsız eden diğer bir yazı ise 1934 yılında new britain adlı bir dergide yayınlanmıştır. Bunun üzerine ingiliz dışişleri new britain’ı uyarmıştır. Derginin o günkü editörü olan c.b. Purdon ile yapılan görüşmede, purdon kendisinin izinli olduğu bir döneme rastlayan bu yayının gözden kaçtığını ve kazara böyle bir yazının yayınlandığını söyleyerek, bundan sonra bu tür bir olayın olmayacağı sözünü vermiştir.Buraya kadar gelişen olaylar kitabın ingiltere açısından ele alınışı ile ilgiliydi. Şimdi aynı konuyu türkiye tarafından ele almağa çalışacak olursak, bu konuda ilk olarak daha önce sözünü ettiğimiz 25 ekim 1932 tarihli anadolu ajansı kaynaklı türkiye’de çıkan gazetelerdeki haberi görüyoruz. teşrinievvel 1932 tarihli cumhuriyet gazetesi haberi son telgraflar başlığı altında şöyle vermekteydi: “gazi bir fevkalbeşerdir!”. İngiltere’de gazi’ye dair bir tarih neşredildi, “bozkurt” kitabından bahseden daily express büyük dahi’yi nasıl tarif ediyor?” Telgraf ise aynen şöyleydi: “yüzbaşı armstrong’un gazi hakkında “bozkurt” isminde bugün çıkan kitabını daily express gazetesinde mevzuu bahseden m. Campbell dixon gazi’yi harbi umumi’nin devasa bir nisbet almağa başlayan birkaç şahsiyeti arasına koyarak diyor ki:“henüz yaşamakta olan bir hükümet hakkında şimdiye kadar asla yazılmamış bu derece acı bir kitapta bile armstrong, gazi’nin dehasını ve eserini takdir ve tescil etmektedir. Gazi’nin tarihi okunduğu vakit onun şahsında, lenin’in sabit prensiplerini, mussolini’nin heyecani olan meylini, cengiz’in askerlik dehasını ve troçki’nin veya karno’nun sürükleyici kudretini bulmamak kabil değildir. Gazi, fevkalbeşer bir görüş sahibi ve çok kuvvetli bir teşkilâtçıdır”.Daha sonra aynı konuda ingiliz elçiliği’nin, mustafa kemal paşa’ya yakınlığından bahsettiği sivas milletvekili necmeddin sadık bey’in akşam gazetesinde, 8-20 aralık tarihleri arasında çıkan yazılarını görmekteyiz. Necmeddin sadık bey, “bozkurt: mustafa kemal [yüzbaşı armstrong’a cevap]” başlığı altında akşam gazetesinde çıkan yazılarının ilkinde armstrong’un kim olduğu sorusunu sorarak, onun mütareke sonrası istanbul’u işgal eden ingiliz ordusunun istihbarat şubesinde görevli yüzbaşı benett ile beraber çalıştığını, istanbul’un eğlence yerlerinden çıkmayan ve kumara olan merakı ile tanınan maceraperest bir kişi olduğunu bildiriyordu. Ayrıca armstrong’un sait molla ile tanıştığını ve onunla samimiyetini artırarak sait mila’ya “ingiliz muhipler cemiyeti”ni kurdurttuğunu yazıyordu.Necmeddin sadık bey kitap ile ilgili olarak böyle bir yazı yazmasının armstrong’a ilmi veya ahlaki bir değer vermekten değil, ama kitaptan ingiliz kamuoyunda çokça bahsedilmesinden kaynaklandığını söylüyordu. Gerçek ingiliz yazarlarının tarafsız ve gerçekçi oluşlarıyla tanındıklarını söyleyen necmeddin sadık, amacını armstrong’un kitabında yer alan, hiçbir belgeye dayanmayan, tamamen uydurma ve hayal ürünü olan konuların tarihi örneklerle çürütmek olduğunu söylüyordu.N. Sadık bey 9 aralık’ta çıkan yazısında ise kitabın adının, “bozkurt, mustafa kemal: bir diktatörün hususi hayatının tetkiki” olması ve özellikle o dönemde batılı yazarlar tarafından mustafa kemal paşa’ya atfedilen diktatörlük vasfı üzerinde durarak şunları söylüyordu: mustafa kemal paşa’nın nefret ettiği bu yakıştırmanın yanlış olduğu ortada idi, mustafa kemal paşa bir siyasi oyun, bir hükümet darbesi veya zor kullanarak iktidara gelmiş değildi. O ülkenin içine düşmüş olduğu zor durumdan kurtuluş için millet tarafından iş başına getirilmişti ve mustafa kemal paşa milli bir kahramandı. Ülke savaş halindeyken bile egemenliğin temsil edildiği yer olan türkiye büyük millet meclisi’ni hiç bir zaman ihmal etmeyen ve meclis’te hararetli tartışmalara cepheden gelerek katılan mustafa kemal paşa idi.Armstrong’un kitabının girişinde bahsettiği türkler ve türk tarihine ilişkin verdiği bilgiler gerek mustafa kemal paşa’nın hayat hikâyesine ilişkin, annesi, babası, doğduğu ev, mahalle hayatı, şemsi efendi mektebi ve askeri rüşdiye’ye ilişkin bilgiler yalan yanlış ve tarihi hatalarla dolu idi.Necmeddin sadık bey, armstrong’un kitabında yer alan konulara ilişkin yazdığı yazıları şu başlıklar altında toplamıştır: gazinin gençlik ve tahsil hayatı hakkında, müellifin garazkarane yalanları, mustafa kemal hiçbir zaman farmason olmamıştı!”, “hareket ordusu ve mustafa kemal, trablusgarp seyahati, gazi’nin sofya ateşmiliterliği, şark cephesi hakkında müellifin bazı hataları”, “maslup arifin idam kararını gazi’ye imzalattıran müellif, nasıl uydurma sahneler tertip ediyor!”, “milli mücadele devri: kazım karabekir paşa, rauf bey, halide edip hanıma, müellif, mühim yer ayırmış... İçki ve kadın meselesinde, kumar bahsinde, armstrong’un garazkarlığı”, “gazinin elinden kurtulamayanlar kimlermiş?, fikriye hanım meselesi, bir tiyatro dramı haline nasıl sokulur... Mustafa kemal kimseye söz söyletmez, herkesi sopa ile kovarmış!”, “halide hanım cepheye niçin gitmiş?, ‘ordular hedefimiz akdeniz!’, gazinin latife hanımla izdivacı hadisesini müellif nasıl tağyir ediyor?”, “gazi hazretlerinin, latife hanımla izdivacı, niçin ve nasıl olmuştu... Geçimsizliğin ve ayrılışın sebepleri... Gaziyi zehirlemişler, az kaldı ölüyormuş?, müellifin cehaletine, daha birçok örnekler”, “müellife göre gazi’ye başka zemin, başka zaman lâzımdı; mustafa kemal, bir timur, bir cengiz han olabilirdi, fakat ruhsuz ve tembel bir halkı adam etmek gibi sıkıcı bir işe yakalanmış!...”, “gazi bir aşiret reisi midir? Gazi’nin müstesna terbiye ve nezaketi, gazinin hususiyet ve samimiyet hayatı, müellif, kralların zevk ve sefahat alemlerini ezbere, model olarak almışa benziyor” . Necmeddin sadık bey bu başlıklar altında armstrong’un kitabına verdiği cevapta kitapta bahsi geçen konuların tam anlamıyla yazarın hayal ürünü olduğunu ve yazarın mustafa kemal paşa gibi bir şöhretin ismi altında üne kavuşmak istediğinde olduğunu ortaya koymuştur. Necmeddin sadık bey yazısını şöyle noktalamıştır: “ingiliz muharirinin talihsizliği, hususi hayatında küçük göstermek istediği büyük adamın mustafa kemal olmasıdır... Ahlâksızlık bile her yerde sökmez. Çarptığın kaya çok serttir, yüzbaşı efendi, başka kapıya...”Armstrong’un kitabına ilişkin olarak 4/12/1933 tarihinde bir bakanlar kurulu kararnamesi görmekteyiz. Kararnamede: “almanya’nın karlsruhe şehrinde çıkan ‘badische presse’ gazetesinde h.g. Armstrong tarafından tefrika halinde yazılarak fransız, ingiliz ve alman dilleriyle kitap halinde basılmış olan ‘bozkurt - mustafa kemal’ adlı kitabın, zararlı yazılar ihtiva etmesine binaen gerek bu dillerle basılmış ve gerekse başka dillerle basılacak olanlarının memlekete sokulmasının yasak edilmesi; dahiliye vekilliği’nin 28.11.933 tarih ve 10371 sayılı tezkeresi üzerine icra vekilleri heyeti’nin 4.12.933 toplanışında kabul olunmuştur.” Denilmekteydi.Yine aynı konuda “le mois” adlı mecmuanın kasım - aralık 1933 tarihli 35’nci sayılı nüshalarında yer alan “mustafa kemal veya bozkurt” başlıklı makalesinde mustafa kemal paşa’ya bulunulan çirkin saldırı nedeniyle toplattırıldığını görüyoruz. Son olarak 27.9.1934 tarihli “journal des debars” adlı paris’te çıkan bir gazetede cm. Laroche tarafından yazılan “bozkurt” başlıklı makalede armstrong’un kitabından bahsedilmesi üzerine 11.12.1934 tarihli bakanlar kurulu kararı ile adı geçen gazetenin ülkeye girişi yasaklanmıştır.Konu ile ilgili olarak sonuç yerine şunlar söylenebilir: ingiliz dışişlerinin grey wolf’un yarattığı olumsuz etkiyi azaltmak için aldıkları tavır, sanırız türk-ingiliz ilişkilerinin o yıllardaki durumu ile yakından ilgilidir. Bildiğimiz gibi 1926 yılına gelinceye değin, yani musul anlaşmazlığı çözümleninceye kadar türk-ingiliz ilişkileri belirli bir gerginlik içerisinde olmuştur. 1927 yılından itibaren türk-ingiliz ilişkilerinin bir yumuşama sürecine girdiğini ve yavaş ama sağlıklı bir ilişki döneminin başladığını görüyoruz. Bu yeni dönemde ingiliz kamuoyu ve resmi çevrelerinde türkiye cumhuriyeti artık barışçı bir devlettir. Lozan barış anlaşması ile belirlenen sınırları dışında herhangi bir toprak talebi olmayan bir ülke konumundadır. Mustafa kemal paşa tarafından ifade edilen “yurtta sulh cihanda sulh” artık türk dış politikasının temel taşıdır. Buna bağlı olarak ingiltere için artık türkiye uluslararası barış ve güvenlik için vazgeçilemeyecek bir ülke olacaktır. Diğer yandan batı’ya karşı ulusal bir savaş veren ve yeni bir devlet kuran türkiye’nin yeni önderi kendisine batı’yı model almıştı. Batılı bir ülke olma yolunda zaman zaman batı kamuoyunu da hayrete düşüren köklü değişiklikler gerçekleştirilmişti. Mustafa kemal paşa’nın şahsında tüm inkılâplar alkışlanmaktaydı. Armstrong’un kitabı ne batı’nın ne de ingiliz kamuoyunun görüşlerini içermekteydi kitap sadece kendi kişisel hayali idi."...................Biraz yazım hataları vb. şeyler var ama idare edin artık ehhehehKarar, bunu okuyacak olan okuyucuya ait artık. Yazıyı burada bitiriyorum sonradan ekleme yapacağım, okumayanlar alıp okusun en kısa sürede, zira fikir ve görüş açısından önemli bir kitap. Sağlıcakla kalın ehehehe

14 Haziran 2014 Cumartesi

Gelecek Türkiye'miz (!)

 Selamun Aleyküm.

 Başlığa gelecek olursak, adını "Gelecek Türkiye'miz (!)" yapmamın iki tane sebebi var.


1) Acaba gelecekte Türkiye olur mu?

2) Acaba gelecekte Türkiye gerçekten bizim olur mu?

 Amerika'nın istediği Türkiye: Ne bir gün savaş çıktığında güçsüz devletlere yenilecek kadar zayıf, ne de bir gün savaş çıktığında ABD' yi yenecek kadar güçlü olmaması.


 Peki ya Recep Tayyip Erdoğan?


 Öncelikle şunu belirteyim ki, şu an Recep Tayyip Erdoğan'ı savunmayacağım, ya da birini kötülemeyeceğim.


 Türkiye'yi Amerika'ya satan o mudur? Burada hiç, "Amerika satılmış mıdır, satılacak mıdır?" konusuna falan girmeyeceğim çünkü durumumuzu hepiniz biliyorsunuz. Demiştimya, "Türkiye'yi Amerika'ya satan o mudur?", hayır.


 Erdoğan sadece bir semboldür. Tıpkı, Marksistler'in Karl Marx'ı, ABD'nin George Washington'u, Türkiye'nin Atatürk'ü gibi. Bizim her şeyin arkasında sandığımız, tıpkı bir günah keçisi gibi. Başında Erdoğan'ı biliriz hep. Peki, bu AKP'nin içinde birtek Erdoğan mı var? Hayır kodumun salağı, bunu Cumhurbaşkanı'ndan tutta, Adalet Bakanı'na kadar gider. Ama aklımıza onlar gelmez. Çünkü semboller akılda kalır. Burada hiç monarch zihin kontrolü falan gibi sikimsonik şeylere girmeyeceğim ha.


 Bakın biz hep duyarız: "Türkiye belli bir süreçten geçiyor" diye. Evet, Türkiye belli bir süreçten geçiyor ve bu sürecin altında yatan gizli bir kelime var: Oyalama


 Dinleyin iyi gider ehehehe


 Önceden hedef neydi?

 Referandum.

 Şimdi hedef ne?

 2023.

Peki ne olacak bu koduğumun 2023'ünde? Hiç antlaşmaların, ya da hangi antlaşmalar olduğunun detayına girmeden anlatacağım burayı.


 Biz 2023'te, Mondros da kaybettiğimiz şeyleri geri alacağız. En basitinden Bor Madenleri.


 Adını unuttum o yüzden kesin bir bilgi veremem ama, Marmara Denizi'nde bulunan, dedim adını bilmiyorum ama, özelliği; insanlara mutluluk veriyor ve daha iyi düzenli bir hayat yaşamasını sağlıyor.


 Bunun haricinde daha saymadığım bir sürü maden yataklarımız vb. var.


 İşte biz 2023'te bunları kullanma hakkına sahip olacağız. (!)


 Peki olacak mıyız? Orası muamma.


 Şu an bile yarı Amerikan Mandası iken sizce kullanabilecek miyiz?


 Gelin biraz geriye gidelim.

 "ee konunun başlıı gelecek türkiyemiz üzerinee??" diyen ekşici siktir git.

Buraya düşecek en doğru söz ne biliyor musunuz, Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği:


"Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez!"


 Biraz gidelim geçmişe: E bizim yakın zamanda geçmişimiz yok amına koyayım? Hepsi yüz karası. Darbeleri mi anlatayım ben burada? Sağ-Sol davası yüzünden asılan gençlerimizi mi anlatayım?


 Yukarıdaki anlatışımda anarşist fikre sahip olduğumu çıkarmayın lütfen. Devletin gereksinim olduğunu herkes bilir. Neyse gidelim biz yine de ne var.


 Bu ülkede en büyüm hatamız mı olsun, siyası gerilememiz mi olsun, ipneliğimiz mi olsun: Bu, İsmet

İnönü'dür.

 Hangi yaptığı şerefsizliği sayayım ben? Türkçülük adına yapmış olduğu bir şey zaten beklenemez. Kendisi kürttür zaten.


 Şimdi benim bildiğim, ve araştırdığım kadar yaptıklarını yazayım.


 -12 Adalar (biraz klasik oldu ama en başa bunun gelmesi gerekirdi.)

 -Devlet Daireleri'nde kendi resminin asılmasını istemesi
 -Köylülerden ağaç ve orman vergisi alması (tıpkı çiftçilerden aldığı aşar vergisi gibidir.)
 -Erzincan Depremi sırasında yardım ulaştırmak yerine, kendi heykelinin dikilmesini talep etmesi
 -Türkiye'yi NATO denen illet şeye katması
 -Ezanın Türkçe okutulması
 -Milli Eğitim Bakanlığı'na ABD danışmanları koymak

 Bunlar benim aklımda kalan birkaçı. Daha neler var neler. Bana göre İsmet İnönü, Anıtkabir girişinde tablosu bulunacak kadar bile değersiz biri. Tamamı ile gereksiz.


 Bu yaptıklara baktığımızda, Recep Tayyip Erdoğan onun yanında çok mu şey yapmıştır? Hayır. Tayyip hiçbir şeydir bunun yanında. Nasıl İsmet İnönü, sevenleri için Büyük Şef ise, Erdoğan da AKP'liler için ayndır. Kötülemek bize düşmez ama eleştirmek bize düşer. Gerçi Türkiye'de eleştirmek halka da düşmez.


 Çünkü Türkiye'de halk yok. (!)


 Bundan iki anlam çıkarabiliriz.


1) Halk cahildir.

2) Halk hakları açısından yoktur.
3) Halk gerçekten yoktur. (bu kısım ekşiciler için yazılmıştır.)

 Bana göre halk cahildir. Ama buradan çıkarılması gereken anlam halk hakları açısından yoktur. 


 "Nedir Halk Cahil?"

 Halkımız okumuyor. 10 kişiden 2'si okuyor. Ve o okuyanların da okuduğu kitaplar: aşk-dünya edebiyatı-NewYorkTimesBestSeller kitapları. Ben onu okuyanlara bir şey demiyorum, hatta o tür kitapların da okunması gerekir. Neden? Ufku açar. Ama o tür kitaplar size bilgi vermez. Pek bir şey kazandırmaz. Okuyun derken ben kitaplardan da bahsetmiyorum. Gazete, internet siteleri, sanal kitaplar vb. her yerden okuyun. Hep tarih, ya da hep siyaset okunacak diye bir kural yok. Kötüdür aksine hep siyaset okumak. Şu da var, sağ-sol davası da kalmadı artık, yani geriye dönüp darbe kitapları, 12 Eylül, Deniz Gezmiş gibi alanlarda fazla durmayın. Geleceğe yönelik okuyun, okuyalım. Mesela, ben burada Milliyetçilik Propagandası falan yapmıyorum, ama benim görüşlerim aile çerçevesinde oluşmadı, dini görüşlerimde. Ben kendi okuduklarımla seçtim kendi görüşlerimi. Mesela, okuyan birisi, Atatürk'ü solcu, ya da sağcı diye nitelemez. Ya da, "Atatürk Milliyetçi değildi, onu sadece kullanmıştı" yorumunu yapmaz. Şu an ki konumuz Atatürk ya da devrimcilik, komünizm falan değil, o konuları yeri geldiğince yazacağım.

 Buraya kadar okuyan arkadaşım, kendine bugünden itibaren bir çeki düzen ver, ve kitap okumaya başla. Hatta demiştim, kitapla sınırlı değil. Araştırın. Zaten yaz aylarına girdik, yatmaktan başka işimiz olmaycak çoğunun. Ve, düşünün arkadaşlar. Düşünün çünkü henüz yasaklanmadı.


 Bir sonraki yazı için takipte kalın sikkolar, eleştiri gibi olacak biraz ehehehe.


 Hadi Eyvallah


Adolf Hitler ve Recep Tayyip Erdoğan:


 Selam.

 Öncelikle yazacaklarımı okumadan önce, okumadıysanız bu yazımı okumanızı tavsiye ederim. Son zamanlarda gerek haberlerde, gerek gazetelerde, gerek kahvede, gerek okulda, gerek ergenus gençlerimizde çok duyar olduk bu tür şeyleri. Yok; Erdoğan Hitler'i örnek alırdı, yok ona özenir, onun gibi kömür dağıtır, aynı yalanı söylerlerdi vs.
 

 Ulan sen AKP ve Nazizm'i aynı kefeye nasıl koyuyorsun?

 Ulan taşşaksız herif, sen kendine o kadar ilim sahibiyim diyorsun, o kadar iyi üniversitelere gittin, başkaları üç öğrenirken, sen beş öğrendin. Ki bu yorumu yapan biri bana göre hiçbir bok bilmemektedir.

 Sen, bir zamanlar tüm Avrupa Devletlerine üçbuçuk attıran, tüm Avrupayı hizaya çeken, elini kolunu sallayarak Fransa'ya giren bir adamla, imam hatipli birini karşılaştırıyorsun. Elbette şu an verdiğim imam hatipli örneği saçma.

 Hitler vaad ettiği şeylerin hep arkasında durmuştur ve nitekim yapmıştır. -iyi ya da kötü-

 boşbakanımız ise bize yoksulluktan (!) Başka hiçbir şey vaad etmedi.

 Ulan bir kere Tayyip'i, Hitler'e benzetmek ne?

 "diktatörler balkon sever" diyip, Tayyip ve Hitler fotoğrafını paylaşmak niye?

  Bana göre Hitler ve Erdoğan'ın karşılaştırılması, Hitler'e bir hakarettir.

 Hitler faşist değildi, nasyonal sosyalistti. Aramızda 3-5 tane, "faşiiiistti yaaeaaaa" diyen çıkacaktır elbette.

 Faşizm uzaktan yakından dokunur nasyonal sosyalizme. Bu doğrudur. Futbol ve hentbol gibidir. İkisinde de kaleler vardır, oyuncular vardır. Ama birisinde top ayakla oynanır. Diğerinde ise elle oynanır. Ve kurallar farklıdır!

 Bakın ben burada hiçbir zaman "Hitler Propagandası" yapmadım. Evet Hitler şerefsizdir, onca adamı katletmiştir. Ama davasından hiçbir zaman vazgeçmemiştir.

 Bana göre Hitler ve Erdoğan'ın karşılaştırılması, Che guevara ve Hitler'in karşılaştırılmasından daha saçmadır. Öyle de.

 Şimdi gelecek ekşiciler diyecek "ee hitler madem çok zeki bi adamdı sıtalin neden yendiii"

  Ben şu sözü bu tür tartışmalarda çok kullanırım:
"hitler ırkçı ayağına yatan bir sosyalisttir. Hitler şeytan muamelesi görmesine rağmen bizzat kimseyi öldürmemiştir."
 Arkadaş ben hitler'i iyilik meleği yapmıyorum, ben hitlerin izlediği sosyalizmi de örnek almıyorum. Şuraya kadar eğer hala okuyorsan, lütfen siktir git.

 Hitler idealist bir adamdı. Hitler şiddetin ve yalanın iyi yönde kullanılabileceğini kanıtlayan bir adamdı(!)



 Kavgam'ı okumayan birisi, hitler'in kavgasını anlayamaz.

 Hitler diktatördür. Erdoğan da diktatördür.
Hitler milliyetçidir. Erdoğan ne boktan olduğu anlaşılmayan birisidir.

 Erdoğan milliyetçiliği reddeder. Erdoğan'ın bana göre uyguladığı politika, eski türk tarihinde türkler tarafından kurulan zararlı cemiyetler gibidir. Tıpkı amerikan mandası isteyenler gibi. Türk ırkı olarak köklü bir geçmişimiz var. İnsan eğer vatanına ve milletine bağlıysa bu duruma acır. Çünkü şu an Amerika'nın kuklası halindeyiz.

 Şimdi eğer benim bu yazımdan Hitler'i savunmam, ya da Tayyip'i kötülemem gibi bir durum çıkarıyorsan senin amına koyayım.
 


 Ama bu yazıdan ders çıkarıyorsan anlamışsın demektir. Bu yazıdan eminim birçok rahatsız olan çıkacaktır.


http://www.youtube.com/watch?v=2tmc8rJgxUI dinleyin bu arada iyi gider.

 Hitler ve Recep Tayyip Erdoğan, karşılaştırılacak birisi değildir. Ama bugün Almanya bizden daha üst düzeyde. Biz ise yıllardır gerek sanayi olsun, gerek siyasi olsun, gerek eğitim olsun bir bok yapamadık. Kimse dış politikaya falan girmesin. Hitlerin kurduğu düzen, senelerdir devam etmekte. Ama bizim başkanlarımızın kurduğu rejim ise sürekli yıkılmıştır. Gerek kendi görüşleri, gerek karşıt görüşleri tarafından.

 Hitler, 1. Dünya Savaşı'nın ardından parçalanan ülkesini, dünyanın en güçlü emperyalist devletlerine karşı tek olarak savaşacak hale getirmiştir. Üstelik çok kısa bir sürede.

 Hitler, -iyi veya kötü açıdan değil- dünya düzenini hepten değiştirecek şeyler yapmıştır. Bir savaşı generallerinin bir takım hainlikleri sebebiyle kaybettiği için şerefsiz(!) Bir katildir(!)

 Gerçek şu ki, Adolf  Hitler’in sanayiye bilime teknolojiye kafası çok fazla çalışan biriydi. Hitler müthiş bir azim ile, çabayla baştan sona son teknoloji silahlar üretmiş, fabrikalar kurmuş, otomobil üretmiş, ordusunu yoktan var etmiştir.      

 Hitler'in bu konularda fikri olmasa o jet motorunun mimarisinde nasıl katkıda bulunabilirdi? Ki biz daha kendi otomobilimizi, uçağımızı yapamadan?

 Hitler katliam yapmış veya yapmamış burası benim sikimde değil, ben her zaman bu adamın ideolojisine, dehasına, davasına, milliyetçiliğine, sosyalizm görüşüne, sanayisine, devrimine hayran kalmışımdır. Hitler'e cani, katil, psikopat, şerefsiz diyebilirsiniz ama ona aptal diyemezsiniz.

 Recep Tayyip Erdoğan'ın ise hayran kaldığım noktaları; halkı kötüye sürüklemek, ülkeyi birkaç yıl sonra vasat duruma getirmek, milliyetçiliği ezmek, türk milliyetçiliğini, türk halkını, türklüğü küçültmek, ezmek. (!)

 Yazıdan benim hitler'e aşk duyduğumu ya da bayıldığımı söylüyorsam siktir git.

 Nietzsche dinsiz, ben Nietzsche'yi seviyorum, ben de mi ateistim?

 Çok uzatmadan bitiriyorum. Faşist, komünist, solcu, sağcı, ateist, dindar yandaş bir yaklaşımla değil de gerçekten herkese ve her şeye tarafsız bir yaklaşımla yazdım bu yazıyı. Nitekim bu konuyu götünden anlayan ekşici, hitler'in gaz odasını bulduğunu sanan sikik biriyle aynı kapasiteye sahiptir.

 Yazının ortalarında söylemiştim, yeniden söylüyorum: "kavgam'ı okumayan birisi, hitler'in kavgasını anlayamaz."

Sorularınız olursa yorum ya da mail atabilirsiniz. 


Malum Türkiye'miz Üzerine:

 Selam.

 Türkiye'de o kadar vatansever gençimiz var ki, Allah, Zeus, İsa, Yehova falan başımızdan eksik etmesin.

 Arkadaş, yaşadığımız ülke de herkes kendini "çok akıllı, çok zeki, filozof, alim, adeta bir Nietzsche sanıyor. Ulan ben bunlara gülmek istesemde gülemiyorum. Gençlerimiz, facebooktan, twitterdan vatan kurtarıyor. İnstagram'da hashtagler ile resim paylaşarak vatan kahramanı oluyorlar. Ulan bunlara soruyoruz:

-hayatında hiç şu kitabı okudun mu?
+hmm hayır.

-........ Hakkında ne fikrin var? 
+hiç duymadım ki ya.

Sorsak anne babası zoruyla tayipçi, şeriatçı, gezmişçi, türkeşçi. O'cu, şu'cu, bu'cu... Bu böyle gider.

Kardeşim sen hiç devrimle ilgili kitap okudun mu?
Sen hiç che'nin hayatını, castro'nun hayatını okudun mu?
Sen hiç marx-lenin dönemiyle ilgili kitap okudun mu?

Lan sen bunları hiç duydun mu? Neyse ülke olarak koyun bi' ülkeyiz. Bunu herhalde vikipedia'dan saçma sikimsonik linklerle kanıtlamaya gerek yok ya di mi?

Ülkücüsüne soruyorum; elinde bi' tesbih orada burada sallıyor. Hele biri ben bilmem allah bilir diyor. 
Devrimcisine soruyorum; oğlum bize böyle öğrettiler. Tek yol devrim onu bunu bilmem.

Hele geçen birine sorduğumda. "bana sen siyaset yapma diyolar. Oldu canım, benim adım da "devrim" bb.

Ben de defkhan. Bb.

Ülkecek vallaha çok kötü dönemdeyiz, billaha çok kötü dönemdeyiz. Allah sonumuzu hayır etsin. Artık tayip bizim başımıza gelen bir sınama dönemi mi, yoksa ismet inönü zamanında verdiğimiz 12 adaların hesabını mı çekiyoruz amına koyayım?

Var bunlardan bayağı var. Ahmet batman'ın soğuk kahve kitabıyla resim çektireninden tutta, -metal dinler misin + yarı metal sewerim xd, diye espri yapanına kadar var. 

"Çükünü santim santim ölçenler, sahibi sandığı kadını metre metre siyah kumaş ile örtenlerdir. Kadınlar üreme organı değildir. Namus değil. Dirsek teması, deneme tahtası veya döl kuyusu değildir." 

Aziz nesin'in "türk halkı'nın %60'ı aptaldır" sözüne, %100 katılıyorum.

Halk olarak sonumuzu hayır etsin. Ha bu arada, halkımızın %60'ı aptal ise, AKP'nin seçimlerde %45 oy olması ayrı bir ironi.

Bu yazı biraz Saian, biraz da Yıldız Tilbe dinleyerek hazırlanmıştır. 

Eyvallah. 

Kimse kimseden üstün değildir, ama bazıları daha az yaşamayı hak eder.

Böyle ifşa, analiz, değerlendirme ya da görüş niyetinde bir yazı olmayacak bu sikkolar.

Bilirsiniz, yazılarımın hepsi, hatta içinde geçen her kelime kelimesine, harfi harfine, blogun profil önizlemesinden tutta her yerine kadar hepsi küçük harfleydi. E neden peki amına koyayım?

Neden böyle yazmışım ben?

Herkesin kendine göre hayat felsefeleri vardır. Benimkilerden de biri: "kimse kimseden üstün değildir" diye bir düşünceydi. Bu görüş öyle böyle değil, ben notlarımı da böyle tutardım, her boktan şeyimi küçük harfle yazardım. E ne alak onunla bu?


İnsanlar bazı şeyleri hayatında fiile dökme ihtiyacını hisseder. Mesela bir Atatürkçü, ya da Atatürkçü diye kısıtlamayalım, Atatürk'ü seven birisi, günlük hayatında yakasında Atatürk arması, rozeti, resmi vb. şeyler takar. Ya da en basitinden, bazı insanlar içki satan yerlerden alışveriş dahi yapmazlar, ya da kolanın içinde glikoz bulunduğu için içmezler. Neden? Çünkü dini ona alkolü haram etmiştir.


Bana sorarlardı genellikle, "sen neden hep küçük harf kullanıyorsun" diye. Benim verdiğim cevap ise; "kimse kimseden üstün değildir." olurdu. Ama üstünmüş işte amına koyayım. Bunu gerek son zamanlarda yaşadığım hayat olsun gerek okuduğum kitaplar ya da gerek düşüncem değiştirdi. Ve ben de bir karar aldım. Şu ana kadar bütün postlarımı küçük harflerle atmıştım, yarından itibaren onu düzenliyorum ve yeniden atıyorum. Bu arada, "Gelecek Türkiye'miz (!)" isminde de yeni bir yazım olacak. Takipte kalın sikkolar.